8. Çanakkale Bienali | 8th Çanakkale Biennial
8. Çanakkale Bienali
8th Çanakkale Biennial
01.10.2022 – 05.11.2022
8. Çanakkale Bienali’nin parçası olduğumuzu duyurmaktan mutluluk duyarız.
1 Ekim – 5 Kasım 2022 tarihleri arasında Çanakkale’de farklı mekanlarda sanatseverlerle buluşmaya hazırlanan 8. Çanakkale Bienali “Birlikte nasıl çalışırız?” başlığı altında topluluk, çalışma ve birliktelik deneyimlerine odaklanacak.
Türkiye’den ve dünyadan sanatçılar ve sanat inisiyatifleri, “Birlikte nasıl üretebiliriz?”, “Birlikte nasıl yaşarız?”, “Birlikte nasıl çalışırız?” soruları üzerinden, tüm canlı ve canlı olmayan yapılar arasındaki karmaşık ilişkilerin bağlantılarını – düğüm noktalarını araştırmaya davet edildi. 8. Çanakkale Bienali konukseverlik, dostluk, iş birliği, emek, sorumluluk, adalet, bağışlama, hafıza, yas, neşe gibi farklı kavramların yanı sıra birlikte yaşama zorunluluğunun peşini bırakmayan paradoksların, imkansızlıkların, tekil şans ve ihtimallerin, birlikte rüya görmenin, yalnız başına kalabalıklar içinde yaşamanın, bir sofranın etrafında buluşmanın, doğanın bir parçası olarak hareket etmenin farklı biçim ve yöntemlerine bakmayı önerecek.
We are proud to announce our participation in the 8th Çanakkale Biennial.
The 8th Çanakkale Biennial, entitled “How do we work together?”, will meet art lovers at different venues in Çanakkale between October 1 and November 5, 2022, and focus on experiences of community, endeavour, and togetherness.
Artists and art initiatives from Turkey and around the world are invited to explore the connections/nodal points of the complex relationships between all living and non-living structures, through questions on “How can we produce together?”, “How do we live together?”, “How do we work together?”. The 8th Çanakkale Biennial will suggest looking at different forms and methods, as well as paradoxes, impossibilities, singular chances, and probabilities of dreaming together, living alone in crowds, meeting around a table, and acting as a part of nature, while crossing different concepts such as hospitality, friendship, cooperation, labour, responsibility, justice, forgiveness, memory, mourning, joy.
İçerik Masası, “Birlikte nasıl çalışırız?” sorusu etrafında Eda Şarman, Furkan Öztekin, Maury Vaughan, Melike Taşçıoğlu Vaughan ve Oğuz Karayemiş’in Ağustos ayında başlayan ve Çanakkale Bienali açılışına dek süregelen online çalışma kampının fiziksel bir yansımasıdır. Süreç boyunca katılımcıların tartışmalarının, kesişme noktalarının ve ayrılma derecelerinin, eser üretim süreçleri ve arka planlarının kaydını tutar.
Table of Data is a physical reflection of the online study camp period since August until the opening of the Çanakkale Biennial formed around the question “How do we work together?”, including Eda Şarman, Furkan Öztekin, Maury Vaughan, Melike Taşçıoğlu Vaughan and Oğuz Karayemiş. It is a record of discussions, intersections and divergences, production processes and their backgrounds.
“Bedenimi genişleten şeyler, sarmaşıkla flört. Gözlerimin karşısında kalplerle sıralı bir yapı; büyüme, yetişme, çoğalma birbirimizi besleyen hissiyatlar.” Eda Şarman.
Ben vahşi olanın sen olduğunu bilirdim. Doğal halinde, kontrolsüz. Mantık ile evcilleştirilebilecek bir vahşi. Oysa ki kendi vahşiliğimize olan körlüğün sonucu, Antroposen olarak adlandırdığımız sarmallanan ekosistemlerle dolu bu jeolojik çağı şekillendiren biziz. Biz vahşiyi dönüştürdük. ‘Ben senden daha vahşiyim’, kendi vahşiliğimizin farkına varma eylemi, oluşumun toplumsal karmaşası tarafından kucaklanma isteği, doğayı hissetme ve doğa tarafından dokunulma arzusudur. Çatırdayan büyüme sesleri ve bükülen elektrik sinyalleriyle bir dakikalık döngü video, kalp şeklinde yaprakları olan sarmaşığı bizi sarmalamaya davet ediyor.
Eda Şarman, Ben Senden Daha Vahşiyim, 2022, video, ses, 01’00’’ loop
I was taught you were the wild one. In your natural state, uncontrolled. Our reason, we thought, would tame the wild. Blind to our wildness, eventually we had to call the current epoch of a spiraling environment Anthropocene. We morphed the wild. ‘I’m wilder than you’ is an act of recognizing our wildness, a desire to be embraced by the communal entanglement of becoming, to feel and to be touched by nature. The one-minute loop video with cracking sounds of growth and warping sounds of electricity invites the ivy with heart-shaped leaves to bewilder us.
Eda Şarman, I am Wilder Than You, 2022, video, sound, 01’00’’ loop
Furkan Öztekin 2015 yılında emlak ilanı yayınları üzerinden araştırmaya başladığı Ülker Sokak’ın üretimine olan yansımalarını ele alarak başlayıp, Ceyhan Fırat ile olan işbirliklerini aralıyor.
“Birinin arşivi ile nasıl çalışılır? Kendinin dışına odaklanmak, odağın kendimizden kayması. Pejmürde pembeyi aramak, farklı malzemeler kullanarak yorgun pembeyi bulmak.” Furkan Öztekin.
Furkan Öztekin, “Birlikte nasıl çalışırız?” teması altında şekillenen 8. Çanakkale Bienali için geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz sanatçı ve aktivist Ceyhan Fırat’ın anısına yeni üretimler gerçekleştiriyor.
Yedi parçadan oluşan ‘Ödünç’ isimli kolaj serisi, Ceyhan Fırat’ın 1996 yılında yayımladığı otobiyografik kitabı ‘Bacak Böcek Oyunu’ndan derlenen şiiri görselleştiriyor. Fırat’ın değişken hisler üzerinden kurguladığı şiirsel dünya, kağıt kolajların soyut dili ve kırılgan yapısıyla bir araya geliyor.
Furkan Öztekin’in bienal kapsamında ürettiği ikinci eseri ise Ceyhan Fırat’n arşivinden eski bir fotoğraf ve parlak taşlarla süslü bir taçtan oluşuyor. Bir zamanlar Türkiye’nin önemli LGBTİ+ direniş mekanlarından Ülker Sokak’ta yaşayan sahne sanatçısı Ceyhan Fırat’ın 90’larda kullanmış olduğu taç, 8. Çanakkale Bienali’nin temasından referansla kolektif bir üretime dönüşüyor. ‘Taç’ her ne kadar bir veda gibi görünse de, geçmişi yeniden örgütlemenin ve geçmişi nefes alabilen bir yapıda düşünmenin yollarını araştırıyor.
Furkan Öztekin produces new works in the memory of the late artist and activist Ceyhan Fırat in relation to the theme “How do we work together?” of the 8th Çanakkale Biennial.
The collage work titled ‘Borrowed’ consisting of seven pieces visualizes a poem assembled from Ceyhan Fırat’s autobiographical book ‘A Game of Legs’ published in 1996. The poetic world Fırat fictionalized through unsteady emotions merge with the abstract and fragile language of paper collages.
The second work Furkan Öztekin produced for the biennial is a photograph from Fırat’s archive and a rhinestone adorned crown. The crown once worn by Fırat in the 90’s who lived in Ülker street, one of the major fronts of Turkey’s LGBTQ+ resistance, becomes a collaborative production project with reference to the biennial theme. Although ‘The Crown’ appears to be a farewell, it simultaneously explores the ways to reorganize the past and consider the past as a breathing structure.
Melike Taşçıoğlu Vaughan ve Maury Vaughan yunanca kipos (bahçe) ile grafi (yazma, çizme, kaydetme) kelimelerini bir araya getirerek oluşturdukları Kipografi ile bir bahçenin dilini oluşturuyorlar. “Bu bahçenin aslında neye ihtiyacı var?” sorusu ile başlayan Bahçe Projesi görsel iletişimin mekan ile kurduğu bağları irdeliyor.
Bu Podcast’in dökümantasyonuna buradan ulaşabilirsiniz.
Bu proje, bahçemizin duvarına ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı konu alıyor. Birlikte yaşamaya başladığımız evimizin yaklaşık 10 m2 büyüklüğündeki küçük ön bahçesinin elden geçirilip yenilenme ihtiyacı filizlenip yeşererek beklendik sıradan bir bahçe dönüşümü projesinin ötesine geçti. Bahçenin toprağını yeniledik, çiçeklerimizi ektik suladık, yerlere yassı taşlar döşedik, duvarları boyadık, ancak bahçenin yeşermesi, çiçeklerin açması, bitkilerin filizlenmesi için tarımsal bilginin ötesinde spiritüel bir ihtiyaç duyduğumuzu fark ettik.
Google aramalarının ve Youtube videolarının her soruyu cevapladığı, her soruna çözüm önerdiği dünyada, bize verilmiş hazır cevapları ve keşfetmeyi (yanılmayı, yenilmeyi) engelleyen tavrı reddederek doğanın kendisiyle, hayvanlarla ve bitkilerle düşünmeye karar verdik. Toprağa gübre atma, güneşe göre ekim yapma, düzenli su vermekle yetinmeyip bahçeye özel tılsımlar yaratmak üzere harekete geçtik. Hesaplamaların ve önceden yapılmış deneme-yanılmaların yerine sezgilerimize güvenmeyi seçtik.
Sıradan bir bordür çizim fikri “bu bahçenin aslında neye ihtiyacı var?” sorusuyla birlikte genişledi, büyüdü. Bilinçli veya bilinçsizce toplamış olduğumuz eski medeniyetlere ait semboller, evimizdeki kilimlerin üzerindeki desenler, gezdiğimiz yerlerdeki bırakılan sanatsal izler kök verdi ve bir görsel iletişim çabasının filizlenmesinde ilham oldu. Bu kez iletişimi insanlara değil, doğaya ve diğer görünmeyen doğal güçlere yönelik kurduk.
Ortaya çıkan kipografiler, pek çok toplantı, deneme yanılma ve fikir eskizinin ardından oluştu ve bahçe duvarına uygulandıkları andan itibaren doğayı iş birliği yapmaya davet eden dualar ve tılsımlar haline geldiler. Kendi mağaramızın duvarına, ulaşmak istediğimiz amaca hizmet etmesine niyet ettiğimiz yarı soyut, yarı somut çizimlerden oluşan bir nevi alfabe resimledik.
Bahçe projesi, bizleri mekanikleştiren bilgileri nasıl bir kenara atıp sanata güvenmeyi tercih ettiğimizi ve sanatın büyüsünü kendi gündelik hayatlarımızda yeniden ortaya koyma güdümüzü gösterdi. Tasarladığımız basit sembolleri tatlı bir pazar günü bahçemizin duvarına aktarıp boyarken, aslında estetik ihtiyaçların, mekânda iz bırakmanın ve görsel iletişimin ilkel temeline, özüne ve en büyülü haline döndük ve böylece binlerce yıl derine inen soruları bir kez daha sorma ve cevaplama fırsatı yakaladık.
We invented the word kipography by merging the Greek word kipos (garden) with grafi (writing, drawing, recording). Our intention was to find a word similar to hieroglyph in both meaning and sound, for what was until then simply called the ‘garden project’.
This project regards what we did on our garden wall and why; the need to renovate the 10 square meter garden of the house we moved in together grew beyond an ordinary garden project. We renewed the soil and planted flowers, paved flat stones and painted the walls but then noticed our spiritual need for something beyond the botanical knowledge for the flowers to bloom and plants to spring up.
In a world where Google searches and Youtube videos answer every question, we decided to dismiss the ready-made answers and the attitude preventing experimentation, and to think with nature: with plants and animals. Instead of settling for fertilizing the soil or cultivating seasonally, we took action to create special talismans; instead of trusting calculations and trial and error approaches, we decided to trust our intuition.
A simple border painting idea expanded with the question, “what does the garden need?” Symbols of ancient civilizations, motifs from our carpets and rugs, and artistic traces we collected in our minds, consciously or unconsciously, allowed a visual communication effort to blossom. This time, it was not with other people but towards invisible forces of nature.
From their inception, the kipographs, borne out of many discussions and sketches, became prayers and talismans inviting nature to collaborate. We depicted a semi-abstract, semi-figurative alphabet on our ‘cave’ wall with an intention to manifest our aims.
The garden project allowed us to realize our motive of bringing the magical power of art into our daily lives, as we put aside the information and data that mechanize us. While painting the simplistic designs on the wall, we had the chance to return to the most primordial ground, the essence and the most magical state of aesthetic need, visual communication and leaving one’s mark at a place. Therein, we had the opportunity to once more ask and answer questions dating back thousands of years.
“Birlikte olmak; bir araya getirilmiş olan şeylerin birlikte emek ve enerji harcaması. Dünya yüzeyinde bir şeyleri değiştirebilme gücüne sahip olması. Ve bağlacı ile bağlanmış heterojen unsurlar gibi. Hem cisimsel, hem cisimsiz parçalardan oluşan birleşenler. Tesirlerin aktarımında oluşan bu birlikte çalışma süreci ve sonsuz çalışma sürekliliği.” Oğuz Karayemiş.
Bu Podcast’in dökümantasyonuna buradan ulaşabilirsiniz.
Ve bağlacı gücünü, çoğullukları aralarında hiyerarşiler kurmadan, etkileşimlerin serbest oyununa izin vererek bir araya getirebilmesinden alır. Çanakkale Bienali’nin #birliktenasılçalışırız konusunu odağına aldığı 8. edisyonunda are’ın katılımcıları Oğuz Karayemiş, Eda Şarman, Furkan Öztekin Melike Taşçıoğlu Vaughan ve Maury Vaughan canlı ve canlı olmayan yapılar arasındaki ilişkilere birlikte baktılar. Oğuz Karayemiş’in konuşmalar boyunca birbirine bağlanan sorular ile fikirlerinden hareketle yazdığı metinler ve fanzini olarak derlenip, Gül Yavuz tarafından tasarlanıldı.